
Söyleşi: Soner Can
Bazı kitapların varoluşunda ve yazgısında okuma eyleminin hiçbir tanıma uymayan gölgeli alanları belirliyor. Yorgun okuma seanslarının bir yerinde unutulmasın diye son bir gayretle bir defter köşesine alınan notlar ileride birbirine yazgılı büyük metinlerin ilk taslakları haline geliyor. Öykü, roman, inceleme ve derlemeleriyle tanıdğıımız çağdaş edebiyatımızın çalışkan isimlerinden Başar Başarır’ın yeni kitabı Fukaranın Ahı tam böyle bir kitap. Yazar, son olarak geçtiğimiz yıl Dünyanın Bütün Fıstıkları adlı romanıyla çıkmıştı okurlarının karşısına.
Fukara’nın Ahı’nı yazarın yaşantısından sahici anıların da sirayet ettiği hermeneutik / ironik bir atasözleri derlemesi olarak da okuyabilirsiniz, ‘yaşantı’ diye adlandırabileceğimiz bir türe de yakıştırabilirsiniz. Benim önerim şu:
Her bir atasözünün açımlandığı bölümü bir öykü gibi okumak. Elbette kendince sunduğu cömert yaşama sevinci ve zaptedilemeyen kahkahalar eşliğinde. Ancak son sayfasını çevirdiğinizde o her bir atösözün için kaleme alınan bölümlerin nasıl da hınzırca birbirine ulandığını görecek, “…acaba!” diyeceksiniz, “Acaba bu?..”
Hasılı Fukara’nın Ahı, çok renkli, çok eğlenceli ama bir okadar öğretici, nüktedan, hoşsohbet bir kitap. Okuyana keyif, hayat yorgununa antidepresan olur inşallah!
Lakin bu konularda çok okumalar yapmış, dolaylı eğitimini almış biri olarak (Edebiyat ve halkbilim okumuş biri olarak) atasözlerine dair bilmediğim çok şey olduğunu gördüm hayretler içerisinde. Sorsalar kendimce açıklayabileceğim nice atasözü ya da deyişin aslında çok daha ince nüanslar, hikmetler ve nükteler barındırdığına şahitlik de ederim.
Sevgil Başar Başarır’a sorularımı yöneltirken bu önyargılar da ister istemez kendine doğru çekiştirdi soruları…
“ZEMHERİDE YOĞURT İSTEYEN CEBİNDE İNEK TAŞIR!”
Bu sözden bahisle Paul Auster’in her daim cebinde nasıl 7/24 kalem taşıdığından ve bu ayrıntının onun yazar olmasındaki etkisine değiniyorsunuz. Sizin cebinizdeki kalemin varlık sebebi neydi?
Sanırım dile, söze, Türkçeye olan bağlılıktı beni bu yola koşan. Hayranlık mertebesinde tutkulu bir bağlılık. Yani adına Türkçe dediğimiz lisan misal, bir şarkıcı olup konser verse, gidip sahnenin önünde ağlayarak saçımı başımı yolabilirim, öyle fanatik bir bağlılık. Başka hiçbir şeye duymadığım kadar büyük, açıklanamaz bir saplantı.

Fukaranın Ahı‘nı babanıza ithaf ettiniz. Yazarlık harcında babanızın kumu, kireci, çimentosu ne kadar?
Doğrudan katkısı vardır diyemem. Rahmetli sağlığında kafasını çevirip şöyle göz ucuyla olsun bakmamıştır yazdıklarıma. Bana olan garezinden değil. Hangi baba sevmez evladını, gurur duymaz yaptıklarıyla? Daha çok kitaplarla, yazılı kültürle olan çatışması yüzünden. Anam okurdu bak. Hatta beğendiği yerleri yüksek sesle peder beye de okurdu da Vedat Bey’in bir kulağından girip öbür kulağından çıktı hep o satırlar.
Bir gıdım da mı yoktur?
Ha, şu manada bana katkısı büyüktür babamın: Söz hazinemi genişletti. Anlattığı hikâyelerle tecrübe ufkumu açtı. Farklı alemlerin değişik jargonlarını kulağıma koydu. Örneğin bir teneke buğday kaç kilo gelir, bir çuval un için kaç teneke buğday lazımdır… Tramvaya asılırsan ne olur, komşunun kızına asılırsan ne olur? Soğan nasıl ekilir, sıva nasıl yapılır, cam macununun kıvamı nasıl tutturulur… Sonra mekânlar, insanın fiziki çevresi, tarla, değirmen, kahve, mektep, kabristan vb gibi, buralarda ne olur, nasıl yapılır? Böyle şeyleri hep ondan öğrendim.
KİTABIN MI VAR, DERDİN VAR!
Eşiniz Deniz Hanım ile kitapları iş, uğraş ve mesken edindiniz. Onca kitap bolluğunda, kütüphane, zaman ve mekan savaşları yaşanıyor mu?
Ah, ah. Kanayan yaraya parmak bastınız. Biz kitaplar yüzünden taşınmış, ev değiştirmiş, gurbete çıkmış bir aileyiz. Başlangıçta ortak bir alan oluşturup her şeyi bir arada tutmaya çalıştık. Zamanla bu basit plan çıkmaza girdi. O zaman kütüphaneleri ayırdık. Değerli eşim Deniz Yüce Başarır kendi kitaplarını aldı, başka bir odaya taşıdı. Diyebilirim ki daha çok güncele yöneldi. Bense eskilerle kaldım. Sonra bu yol da tıkandı. Üçüncü bir kütüphane daha gerekti. İkimizin de yakında tutmak istemediği, ancak elden çıkarmaya kıyamadığı kitapları seçip sürgün ettik. Şimdi yine bitik durumdayız. Sadece raflar değil, masaların üstü bile kitapla dolu. Sıkıştık kaldık. Eve misafir gelse, önce yemek masasındaki kitapları tahliye etmemiz gerekiyor. Kitaplar insanın burnunda halka gibi, ama seviyoruz işte, elden ne gelir?
HAKİKİ ÖZYAŞAMÖYKÜSEL BİR DEFTER
Fukaranın Ahı‘ndaki otobiyografik izler ne derece derin?
Her manada otobiyografik bir defterdir bu. Öncelikle sözlerin bende bıraktıkları izlerden yola çıktım. Hatırlıyorsak mutlaka bir sebebi vardır. Hafıza böyle çalışır. Önce duygu, sonra söz. Hatırlananlar hem yaşantıyla ilgilidir hem de insanın dünyasıyla. Bir de eli kalem tutan her faninin yazı evreni farklıdır. Ben pek öyle gizemli bir adam değilim. Ayan beyan ortadayım aslında. Lakin yazı dünyamı, kendimi, sıkıntılarımı özne olarak koymam metinlerime. İlk defa bu defterde çocukluktan, evlat olmaktan, ergenlikten yetişkinliğe geçerken çekilen büyüme sancılarından ziyadesiyle söz ettim. Biraz da aileyi ihbar ettim, ruhları şad olsun. Şu sünnet hikâyesi misal, bende yeri ayrı, büyük bir travmadır, daha önce hiç anlatmamıştım.
DEFTERLERDE BİN KÜSUR ATASÖZÜ!
Fukaranın Ahı‘nın adından başlayarak sergilediği muzırlık ve hınzırlık boyutu var. Bu atasözlerini belirlerken kader kısmet mi belirledi talihlerini?
Elde hazır bir seçki yoktu. Koskoca bir defter vardı. Diyelim bin küsur atasözünü ihtiva eden bir döküm. Ayrıca benim şahsen çatıp, zihnimde sabitlediğim bir çeşit sınıflama da mevcut. Yani diyelim ki ben bütün sözleri yedi ana başlık altında değerlendiriyorum. İşte bu şemaya göre bir seçki yaptım, hepsinden örnekler koydum. Bir de anlatmak istediğim hikâyeleri düşündüm. Böyle bir seçkiye neden gerek duyduğumu hissettirecek tercihler yaptım.
Seçim yaparken iyi-kötü, pozitif-negatif gibi süzgeçler kullandınız mı?
Fukaranın Ahı’nda da sık sık dile getirdiğim gibi, atasözlerimiz mutlak ‘iyi’ değildir. Tartışılmaz ‘doğru’yu temsil etmezler. Onlar toplumu ve çağı yansıtır. Hükmü eskimiş olsa bile, içerdiği yargı cinsiyetçi, ırkçı, ayrımcı olsa dahi benim defterimde hepsine yer vardır. Lakin bu kabil sözleri tekrar dolaşıma sokmamak için onları seçkiye almamaya gayret ettim. Yanlış bulduğumu da altını kalın kalın çizip, bakın bu yanlıştır diyerek aldım.
DÜNYADA HER ANLAMIN BİR KELİMESİ OLAYDI…
“Dünyanın bütün dillerinde,
söylenen her kelimenin bir
anlamı var. Ancak tersi doğru değil.
Her anlamın bir kelimesi yok.”
Fukara’nın Ahı
İnsan kelimesini bulamadığı anlamlar için gerçekliğin yan sokaklarına mı sapıyor ya da tamamen gerçeğin dışına mı çıkıyor?
Anlam arayışı büyük derttir, o ayrı. Ancak benim yukarıdaki alıntıda söz açtığım şey daha çok duygulardır, histir. İnsanın hissettikleridir. İçinizde taşırsınız, ancak kelimelere dökmeye lügat yetmez. O vakit susarsınız. Ya da ima etmeyi denersiniz. En olmadı başka bahse geçer, geçtiğiniz bahiste takındığınız edayla bir önceki ruh durumunuzu dışa vurursunuz. Örneğin hırçınlık yapıyorsanız, aslında içinizde bir kazan kaynıyor, fakat onu ifade edecek sözcükleri bulamıyorsunuz demektir. Ya da şöyle ifade edelim: bu da ihtimal dahilinde. Gerçeğin dışına çıkmak demişsiniz, çok severim oraya çıkmayı. Gerçek olması şart değil, yeter ki gerçekçi olsun.
YAZILAN DERDE DEVA, SADRA ŞİFA OLDU İSE NE MUTLU!
“Yazı işinde söylemeden anlatmak
en birinci marifet sayılır. En azından
benim gözümde öyledir. Pat pat söylemekle
değil, belli bir düşünceye uygun davranmakla
kendini ifade eder karakter.”
Fukaranın Ahı
Kitaptan genç yazarlara ders niteliğinde bir söz! Belki biraz daha açarsanız, daha olabilir…
İltifatınız için teşekkür ederim. Yazılan derde deva, sadra şifa olduysa ne mutlu yazana!
Parmak sallayan, adamlık öğreten, okuru belirli bir düşünce istikametine sevk etmek çabasındaki metinleri evvel ezel sevmedim. Benim gözümde yazı bir pusula değildir, yönü göstermez. En fazla zamanı söyler. Yazarken hep aklımdadır bu şiar. Lafın tamamı asla söylenmez, arada boşluklar kalır. Anlatıdaki bu küçük boşluklar ya okura bir davettir ya da yazanın çaresizlikleri. Her durumda o boşluklar olmalıdır. Çünkü inancım şu ki sanat eserinin hakikisi samimi olanıdır. Bakın ‘güzel’ demiyorum, ‘hakiki’ diyorum. Gerçek hislerle dokunmalı bu halı. Yapaylık duygusu vermemeli okuyana. İnsan doğası gereği kusurlu olduğundan eseri de kusurlu, eksiktir. Eksik olsun, ne gam. Samimiyetle yazıldıktan sonra eksik kalmasında beis yok.
UYDURMAK KÖTÜ OLMADIĞI GİBİ KOLAY DA DEĞİLDİR
“Asıl vatan dildir,
anavatan anadildir.”
Fukaranın Ahı
Anavatanın anadil olması da şerhe muhtaç sanki!..
Bir kere uyaralım: Bu söz lügatlere girmiş, işin erbabı tarafından tescil edilmiş bir atasözü falan değil. Yeni hasat, tamamen benim uydurmam. ‘Uydurma’ sözünden de hiç gocunmuyorum çünkü, defterde de yazdığım gibi: Uydurmak ne kötüdür ne kolay.
Manaya gelince… İnsan dünyaya dil vasıtasıyla tutunur. Bir dil yok olduğunda o dili konuşan toplum da yok olur. Kendinize ait bir diliniz varsa başı sonu belli bir insan topluluğu olarak yaşayabilirsiniz. En azından bu ihtimal hâlâ diridir. Kendinize ait bir dil yoksa, hangi dili konuşuyorsanız o topluma dahil olursunuz. Bu açıdan bakılınca Türkçe şu topraklarda yaşayan insanların ürettiği ve hâlâ yaşamakta olan en büyük markadır (ikincisi de Kulüp Rakısı), en yüksek değerdir.
İnsan içerken o azametin idrakine varıyor!..
Kesinlikle!.. Rakipsizdir ve çok güzeldir. Her haliyle güzeldir. Gurbette büyüyen çocukları düşünün. Yaşadıkları toplumun dilini konuşur, o kültürü benimser, onlardan biri olurlar. Espri anlayışları, kendilerini ifade ediş biçimleri, nerede konuşup nerede sustukları bile o topluluğun kurallarıyla belirlenir.
Ne güzel olur!
Küçük bir örnek vereyim. Kızımızı 20 yaşındayken üniversite tahsili için Paris’e gönderdik. Gayet iyi Fransızca konuştuğu halde iletişim sorunları baş gösterdi. Arayıp şikayet etti, “baba buradaki insanlar birbirlerine ‘kolay gelsin’ demiyorlar” dedi. İşte bu yüzden asıl vatanınız dilinizdir, konuştuğunuz lisandır.
ATASÖZLERİ TOPLUMUN MÜKEMMEL PARMAK İZLERİDİR
“İnsanoğlu çiğ süt emmiş. Pastörize süt emse de değişmez ki!..
‘İnsan iyi bir şey değildir’ teması edebiyatımızda cilt cilt
eser olmuş, bunların hepsi tek cümlelik özet… Dürüsttür
atalar. Sözleri de yer yer itiraf.com sitesinin içeriği gibidir”
Fukaranın Ahı
Atasözleri bir halkın karakterini, bilinçaltını ne ölçüde yansıtır?
Gayet iyi yansıtır. Atasözleri toplumun mükemmel parmak izidir. DNA’sıdır. Bir kültürün kendi kendini ihbar ettiği ifade tutanaklarıdır. İyisi için de geçerli bu, kötüsü için de. Ancak ne mutlu bize ki atasözleri sabit değildir. Değişirler, gelişirler, bazen çürüyüp yok olurlar. Yani öyle parmak izi gibi sabit kalmaz, DNA gibi her analizde aynı sonucu vermezler. Neden? Çünkü toplumlar da değişir. Eskiyen sözler eskide kalır, önemini muhafaza edebilenlerle yola devam edilir. Tabii yeni zamanlarda bunların yanına yeni sözler eklenir.
Ya onca lakırdının işlevi?
Atasözleri çok değerlidir, kültür mirasıdır, müzede sergilenmeleri gerekir falan ama unutmayalım ki bunlar genellikle işlevsizdir. Kimse söylediğine uymaz, öğüdünü tutmaz. Çoğu kez dua gibi, temenni mahiyetinde tekrarlar dururuz onları.
Fukaranın Ahı / Başar Başarır / İthaki Yayınları / İstanbul 2025
edebiyathaber.net (2 Haziran 2025)