
Brecht 1940’ta yazdığı “Gerçekçi Yazım Tarzı Üzerine Notlar”[1] kapsamında başta gerçekçilik ile yazış tekniği olmak üzere, konunun çeşitli yönlerini irdelemiştir.
I. Gerçekçilik ve Teknik
Sanatsal üretim tekniği konusunda yazarların müzisyenler ve ressamlar kadar “özgür ve doğal” olmadıklarını düşünen Brecht’e göre, yazarlar “kendi tekniklerini tartışmayı” pek sevmezler. Sanattan “çok fazlasıyla belirli olanı, sınırlı olanı” anlamalarına karşın, yazınsal alan “oldukça karanlık ve belirsizdir.”
Sanat kavramı, daraltılmamalı, “operasyon yapma sanatı, ders verme, makine yapma, uçma sanatı” gibi edimsel alanları da kapsayacak şekilde geniş tutulmalıdır. Sanatın alanı daraltıldığında, yazınsal açıdan sanat “bütün okurlarına aynı duyguyu bulaştıran” bir yazmadır; bütün okurlar “yapıta karşı aynı tarzda ve aynı şiddette tepki gösterdiği takdirde”, söz konusu olan artık sanat değildir. “Beceri/yeterlilik”, “belli alanlara uygulandığı takdirde” sanattır. “Dünyada ne değişirse değişsin, bu alanlar değişmez.” Bundan ötürü, sanat “ebedi olarak değişmeyen şeyleri” ele almaya/konulaştırmaya bağlıdır; bununla sınırlıdır. İnsanların “değişebilir güdüleri, sanat tarafından ele alınmaya değmez.” Tiyatroda “oyuncunun sanatı, izleyiciyi başkasının duygularını anlama” noktasına getirmektir.
Brecht’in belirlemesiyle, yazarlar da elbette “bilinçli olarak teknik” kullanmaktadır; ancak bu teknik, “diğer tekniklerden soyutlanmış, iletişmeyen tekniktir.” Yazarın tekniği “tümüyle özel karakter” taşır; bu teknik “kişisel biçemdir”; böyle olduğu için de “yeni bir betimleme/serimleme tarzının üstlenilmesi hemen özgünsüzlük olarak damgalanır.” Bir romanın veya bir tiyatro yapıtının inşası hakkında “bir köprünün inşası” gibi böyle “bir teknik tarzda” konuşmak, bu açıdan bakınca, “bir atın inşasından söz etmek denli saçma” olur. Kısa anlatımla; “edebiyat sanatçısının teknik ile ilişkisi üzerinde gizem dolu bir şey vardır.”
II
“Sanatçıların boş/batıl inancı, bilim çağında ilginç bir kalıntıdır” diyen Brecht’in anlatımıyla, bilim de öne sürüldüğü gibi “batıl inançlardan arınmış değildir.” Bilim “bilgisinin yetmediği yerde inanç üretmektedir; bu batıl inançtır.” Bilim de “belli alanlarda bilgiden ve çoğu alanda da bilgisizlikten yararlanan” sınıflara bağlıdır. Sanat ise “belli ölçülerde batıl inanç hakkını elde etmiştir ve kendini boş inanç buğusunun oluşturduğu kalın bir duvarla çevrelemiştir. Bu hayret vericidir.” Bilim “batıl inancı” alt etmek zorunda olduğu yerde, sanat karşısında kendi “zorlayıcı isteği” doğrultusunda “düş kırıklığına” uğramıştır ve sanatı “hayallerin sığınağı” olarak görmüştür.
Sanatçılar, Brecht’in deyişiyle, “bilimden korku duyarlar”; bu ürküntüyle karışık bu korku “kendine ‘utangaç’ bir saygınlık” ithaf etmektedir. Sanatçı, “bilim ile temasta kendi kökenselliğini” yitirmekten korkmaktadır. Eğer sanatçı kökenselliğini “gözden geçirse, onun ne denli dünyasal bir şey olduğunu” görür. Sanatçının “duyumsamalarının ebediliği, birkaç on yıl eskidir; ‘bin yıllık güdülerinin” birçoğu şok ile öğretmeni tarafından” onun kafasına yerleştirilmiştir. Yazarın “idelerinin ve duygularının kökenine bakmayı reddettiği dindar çekingenliği”, bu açığa çıkarıldığı takdirde anlaşılabilir duruma gelecektir ve “çok şey bildiği takdirde, bir daha edebiyat yapamayacağı kaygısı pek de haksız değildir; çünkü insanın kendi inanmadığı yalanları inanılır kılmak” çok daha zordur.
Yazarın “bilinçaltından en iyi şekilde yararlanarak yarattığı” savı yaygındır. Günümüz sanatçısı “kavrayışını devre dışı bıraktığında veya onu yalnızca zanaata özgü olan ile sınırlandırdığında doğru bir şeyler anlatabilir”; bu yazarın “kavrayışını” aydınlatır. fakat “işin kötü yanı, sanatçının bilinçaltından bazı yanılgılar ve yalanlar” türetmesidir. Aslında sanatçı, “içine ne koyulmuşsa, onu dışarı çıkarır”; dışarı çıkarma “bilinçsiz” ise, “içine koyma genellikle bilinçlidir.” Bilinç-dışı kuramının savunucuları “sanatın ‘her yönüyle hesaplanamayacağını, üretim masasında üretilemeyeceğini” dile getirirler. Bu herkesin bildiği yalın bir gerçektir: “Her doğal düşünme, oyuna özgü öğeler içerir ve çok katmanlı olarak bağlantılandırılan, kayıp giden, duyumsal ve çabuktur.” Gerçektende düşünmede “bilinç-dışı birçok işlem/operasyon yapılır.” Fakat “bilinç-dışına geri dönemlim kuramcıları”, “kavrayışı” kullanmamayı öğütlemektedir ve “bilinç-dışı bilginin zengin hazinesini” öne çıkarmaktadır.
Sanatçılarda “bilimsel uğraşlarla bağlantılı olan üretim krizleri” benzeri şeyler olduğu kuşku götürmez. Bazı şairler, “Kapital’i okuduklarında şarkı söyle” yeteneklerini yitirmiştir. Bunlar, “Kapital” kitabından ötürü değil, “kapitalin/sermayenin kendisinden ötürü” seslerini yitirmiştir. Ayrıca, kriz, “sanatın gerçeklikten bağımsız olduğunu değil”, tersine gerçekliğe “bağımlı” olduğunu kanıtlamaktadır. Sanatçılar, “kendi sınıfları içinde sınıflarının ne olduğunu görmeyi ve göstermeyi” bırakmaktadır; hatta “her hangi bir şey görmeyi ve göstermeyi” bile bırakmaktadırlar. “Sınıf değiştiren yazan kişi yoktan/hiçten bir şeyin içine girmemekte, bir şeyin içinden çıkıp, bir başka şeyin içine girmektedir.”
O “her yönüyle oluşmuş, hatta artık düşmanı olarak görülmek istediği sınıfın anlatım araçlarında iyice yetkinleşmiş olarak” gelmektedir. O sanatlarını, “hatta kötü sanatlarını” öğrenmiştir; “kötülüklerin/günahların doyurulmasında ustadır.” Onun için “iki kere ikinin beş ettiğini kanıtlamak kolay, iki kere kikinin dört ettiğini kanıtlamaksa” zor bir iştir. Hatta “Lenin’in dediği gibi, iki kere ikinin ayakkabı fırçası olduğunu” kanıtlamak durumunda kalmıştır. Bu tür bir yazarın “yalnızca düşüncelerinde değil, duygularında da kocaman bir karmaşa” oluşur. Aslında o “doğa-dışılığı savunduğunu, ancak bunun kendisine doğal geldiğini” bilir. Artık onun için “doğal, doğal olmayandır.” “Öfkesini ve adalet, özgürlük dayanışma anlayışını”, kısacası her türlü devinimini güvensizlikle karşılar.
Sanatsal açıdan “bir şeyin yeni optik kullanımı, o şeyin genel toplumsal kullanımına tekabül eder.” Şeylerin arkasında “her türlü şeyin olması olasıdır; toplumsal süreçlerin, şeylerin etkilenebilirliğinin de olması olasıdır.” Sanatçının “huzursuzluğu” anlaşılır bir durumdu; ancak sanatçıların bilinci hala “birçok yönden daha önceki, ilkel tasavvurlar” tarafından belirlenmektedir. Bunlar “Levy Brühl’ün ilkellerde belirlediği yaratım tasavvurlarıdır”; burada “imgelemde dünyalar kurulur; ‘sanatçının dünyaları’ kurulur ve o dünyalarda yaşanır.” İnsan “yaratılandan yaratmaya başlar.”
Brecht’in deyişiyle, bilimle uğraşmaya karşı veya “sanatçıların kendi tarzlarında bilimcilerin yaptığı gibi, gerçekliğin yararlı yansıtımlarını gerçekleştirmeleri” gerektiği istemine karşı çıkış, böyle olduğu takdirde, “dünya çok çıplak/kuru olur” şeklindeki anlatımda somutlaşır. Öte yandan, ne yazık ki dünya “çıplak ve kurudur.” Böyle kuru ve çıplak bir dünyada yaşabilmek için, insanın “yeniden eğitilmesi zorunludur.” Sanat, insanın “yeniden eğilemeyen dünyaya” uyumunu kolaylaştırmalıdır. İnsan “burada”, dünya “oradadır”; insan aslında “dünya içinde değildir”; insan “edinilmiş” dünyada kendisine geçici olarak bir yer kiralar. Burada gerek duyulan şey, “insanın kopyalarıdır”; hem de “dünyasız insanın” kopyalarıdır; kullanımını olanaklılaştıran “dünyanın kopyalarına” gerek yoktur.
Dünyanın “değişimine katılmaya başlayan” sanatçıların “üretim krizi, büyük kapsamda olan sömürü eylemine eşlik eden bir görüngüdür.” Bu kapsamda “tahribatlar kaçınılmazdır ve bunlara değer.” Yeni sanatın “korkusuz bakışı, tahrip edilene yöneliktir.”
[1] Bertolt Brecht: “Notizen über realistische Schreibweise”; içinde: aynı yazar: “Schriften- Yazılar”; yayımlayan: Werner Mittenzwei, Aufbau-Verlag, 3. Auflage, Berlin/Weimar, 1981, s. 185- 209
edebiyathaber.net (28 Mayıs 2025)