İlk Adımlar: Mehmet Kabakçı | Hande Emekçi

2 hafta önce 2

Söyleşi serimizin bu haftaki konuğu, Vacilando Kitap’tan çıkan “Yedi Düvelin Ecnebisi” adlı ilk kitabı ile Mehmet Kabakçı.

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?  Kitaplarla ve yazmakla olan ilişkiniz nasıl başladı?

Fırat boylarında büyüdüm. Gaziantep, Şanlıurfa ve Adıyaman… Bu üç ilin sınırlarının kesiştiği, nehre yükseklerden bakan bir uçurum başı köyünde doğdum. Kâh Türkçe duyardım bizim evde kâh Kürtçe. Her sene atlarıyla, at arabalarıyla: tefleri, bileyi çarkları, deri gerdikleri gergefleri, tokaçları ve o eklektik dilleriyle kafile kafile göçerler gelip konardı bizim köyün kırlarına. Çocukluğum uyumsuzluklarla doluydu, zordu, çatışmalıydı ama aynı zamanda bir masal çağı gibiydi. 14 yaşındayken doğup büyüdüğüm köyden çıkıp kentlere “okumaya” gittim.  30 yıldır da o memleket senin bu memleket benim dolanıyorum. Bir yere konamadım. Bir yeri yurt edinemedim.

Sınıfta, okumayı ilk sökenlerden biriydim. Daha dün gibi anımsıyorum. Öğretmenimiz, (Samet Hoca) beni sınıfın huzuruna çağırmış ve uzun uzun alkışlatmıştı. Bu coşkuyla elime ne geçse okumaya başladım. Samet Hoca, durmadan bana kitaplar getiriyordu. Derken kitaplarla olan ilişkim daha dramatik bir şeye dönüştü. Üzgün, hayal kırıklığına uğramış ve yalnız hissettiğimde, ki çocukluk çağlarım aşağı yukarı bu duygularla geçti, kitaplar bana arkadaşlık, yoldaşlık etti. Kırlara, ekin tarlalarına, bağ yollarına, Fırat kıyılarındaki kaya başlarına, kovuklara, ağaç diplerine koşar; oralarda saatlerce kitap okurdum. Babam da okumayı çok severdi. Bu konuda onun adını anmadığım bir yanıt, kesinlikle eksik olur. Babam, okumaya karşı inanılmaz düşkün biriydi. Yazmaya gelince… Sanırım ortaokul çağlarında yazıyordum. İçdökümsel şeylerdi. Öğretmenlerim beğenirdi. Bunu özellikle belirtirlerdi ama benim özel bir uğraşı olarak yazmak, yazar olmak gibi bir düşüncem yoktu. Çocukluk hamurum Fırat boyu insanlarının bilgelikleri, o zengin içerikli mitsel sohbetleri ve Doğu’ya has söylencelerle yoğruldu. Tüm bunların arasında zaman zaman yazdım. Romanlar, hikâyeler, anlatılar yazma hayalim hep vardı galiba.

Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, kitabın ismine nasıl karar verdiniz, yazma sürecinde neler yaşadınız? 

Yedi Düvelin Ecnebisi, Fırat boylarından, kaya başlarından, ötegeçelerden doğmuştur. Babamın nehrin öte yakasında dostları olurdu. Oralarda nehrin karşı yakasına  “Ötegeçe” denir. Ötegeçe’li bu insanlar, çok gizemli ve düşsel gelirdi bana. Bazen bir çingene kafilesi reisi, bazen bir kalaycı, bazen bir gezgin, bazen bir şeyh, bazen bir şifacı kadın, bazen de bir gevende yani davul zurnacı grubu…  O devrin türlü türlü insanları vardı. Yedi Düvelin Ecnebisi, o insanların yaydığı büyüleyici hâleden doğmuştur. Kitabın bu son derece etkileyici ve adeta kült olmuş adını ise çok değerli editörüm Elvan Kaya Aksarı koymuştur. Buradan kendisini selamlıyorum. 

Kitabınızı tamamladıktan sonra yayınevi bulma süreciniz nasıl geçti? Kitabınızı basmaya karar veren yayıneviyle yaşadığınız süreç nasıldı?

Evet. Ben hikâyemi kendi hesabıma göre tamamladıktan sonra yayınevlerine teker teker yolladım. Onların mail adreslerini bulmak, dosya yollama prosedürlerini bulup okumak, ona göre bir dosya hazırlamak,  mail gönderirken nasıl bir dil kullanacağım, kime nasıl hitap edeceğim falan gerçekten çok zahmetli ve sıkıcı bir süreçti. Yayınevlerine ilk dosyanızı yollama işi,  gerçekten bezdirici, yıldırıcı Kafkaesk bir süreçtir. Her neyse, ben heyecanlı ama daha çok kaygılı bir bekleyiş içindeyken kıymetli öykücü Cabir Özyıldız beni aradı. Öykülerimi okuyordu Cabir. Zaman zaman öyküler üzerine konuşuyorduk. Cabir, bana Vacilando’yu önerdi. İyi metinlere sahip çıkan, çok değerli insanlar var orada, dedi. Başka yerlerde boşuna zaman harcama, onlara gönder, dedi. Yedi Düvelin Ecnebisi, işte bu şekilde Vacilando Kitap etiketiyle piyasaya çıktı. Bundan dolayı da memnunum.

Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz? Kitapta sizi en çok etkileyen bölüm hangisi?

Yedi Düvelin Ecnebisi, esasında bir söylenceyi, bir miti anlatır. Fırat dolaylarında filizlenmiş bir mittir bu. Yedi Düvelin Ecnebisi’nde Gılgamış destanından, Eski Ahit’ten, Kur’an’dan, Babil ve Hint mitolojilerinden, Sûfi mesellerinden, Mezopotamya tarihinden, Sebe’lerden ve parçacık fiziğinden temalar vardır. Ezoterik bir metindir. Zahirde bir hikâye anlatır ama bâtında başka katmanları vardır. Yedi Düvelin Ecnebisi’ndeki dil Hermetik’tir. Açıklayan, serimleyen, anlatan değil çağrışıma, sezgiye, tefekküre çağırandır.  Gören görür, duyan duyar, anlayan anlar. Bu kitap, benim 40 yıl boyunca biriktirdiklerimden doğmuştur. Kitabımdaki her bir cümleyi severim. Sayfa başlarındaki epigraflarımı ayrıca çok severim. Diğerlerinden daha çok sevdiğim bir bölüm veya pasaj var mıdır, bunu hiç düşünmedim doğrusu. Ama mesela bir tabutun yahut bir ölünün omuzların üstünde, çarşının içinde taşındığı pasajlar vardır. Dünya ağır çekimde dönüyormuş gibi ilerler. Aklıma şimdi orası geldi. Yarın veya ertesi ay soracak olsanız, belki başla bir sahneyi öne sürebilirdim.

İlk kitabı yayımlamanın en büyük heyecanı ve en büyük zorluğu neydi? Kitabınız yayımlandıktan sonra aldığınız tepkiler nasıldı?

Zaten bu işlerin en heyecanlı kısmı, bir kitabınızın çıkacak olması. Bu, düşününce inanılmaz bir şeydir. Çok uzun zamandır içinizde taşıdığınız bir hayalin gerçekleşmesidir. Özel ve ayrıcalıklı bir dünyaya giriş yapmış gibi hissediyorsunuz. Bütün dünya olmasa dahi tüm ulus sizden bahsedecek veya sizi tanıyacakmış gibi gerçeklikten uzak birtakım hayallere kapılabiliyorsunuz. Sonra bu coşkulu, gerçeklikten uzak ve tansiyonlu günler geride kalıyor. Ondan sonra ayakları daha çok yere basan, çok daha tatmin edici ve size başka her şeyden daha fazla tesir eden bir mutluluk çeşidiyle tanışıyorsunuz: Kitabınızı okuyan birinin metninizi anlamış olması! Benin için bundan daha mutluluk verici bir şey olamaz. Tarif edilemez bir şey bu. Bir dünya yaratıyorsunuz, bir yapı inşâ ediyorsunuz ve biri gelip orada yapmaya çalıştığınız şeyi görüyor ve sizi takdir ediyor. Burada takdir edilmek önemlidir ama daha önemli olan şey, birilerinin ortaya koyduğunuz şeyin değerini görebilmesidir.  İşte bu olayın gerçekleşmesi olağanüstü güzel bir şey. 

İlk kitabınızı yayımladıktan sonra yazarlık konusunda düşünceleriniz değişti mi?

Tabii, değişmez mi! Bu yazma işinin eğer hakkını vererek yapılacaksa şayet, gerçekten çok zahmetli ve çok külfetli bir şey olduğunu öğrendim. Aylarınızı hatta yıllarınızı feda etmeniz gerekiyor. Dışarı çıkmak nedir unutuyorsunuz. İyi bir cümle, bakın tek bir iyi cümle kotarabilmek bazen saatlerinizi alıyor. Ha, kendimi bir “yazar” olarak tanımlamıyorum. Daha değil. İkinci, üçüncü kitaplarım da çıkar. Stilim belli sayıdaki insanlar tarafından bilinir ve sevilir o zaman belki ben de kendimi kendi çapımda yazardan sayabilirim. Ama henüz değil.

Yeni bir kitap için çalışmalarınızı sürdürüyor musunuz? Henüz kitabı yayımlanmamış yazarlara tavsiyeleriniz neler olur?

Kesinlikle sürdürüyorum. İki senedir üzerinde çalıştığım bir romanım bitmek üzere. Bu roman beni gerçekten çok yordu. Daha iyi bir ürün ortaya koymak için çabalıyorum. Bu sefer çok daha hacimli ve gerek dil gerekse içerik olarak çok daha zengin bir metin yaratmaya çalıştım. Rüyalarımda bile metnimi düşünüyorum. Onu çok seviyorum ve bir gün, basılıma şansı kazanırsa şayet, hiç olmazsa belli bir okur kitlesi tarafından sevgiyle kabul edileceğini düşünüyorum. Başka çalışmalarım da var. Şu anda bizim kitaplarımız bin adet, iki bin adet basılıyor ama gün gelecek 10 bin, 50 bin satılacak romanlarım. Buna yürekten inanıyorum.

Valla tavsiye vermek konusunda iyi değilim ki. Okumalı insan. Her telden, her dünyadan, her literatürden bol bol okumalı. Fizik de okumalı, dini hikâyeler de. Felsefe de okumalı tarih de. Gerçekten zengin bir entelektüel birikim olmadan da öykü yazılmaz mı yazılır, roman yazılmaz mı yazılır; ama… Ama birikimli okurları, o zehir gibi insanları inandıramazsınız kendinize. Onları yanınıza çekemezsiniz. Metinleriniz karşılık bulmaz o insanlarda. Biz, her zaman ortamdaki en kültürlü en zeki insanların zevklerine, beğenilerine göre yazmalıyız. Başka ne diyebilirim bilmiyorum.

Yazının Tamamını Oku