Öykü: Kara | Mustafa Oğuz

2 hafta önce 5

İyi çocuktur bizim Hakkı. Kara lastik, kısa don giydiği günden beri bilirim.

Daha mahalledeki bir çocukla bile kavga ettiği görülmemiştir. Sesizdir, sakindir, pısırıktır da hatta pısırığın âlâsıdır ne ortada görünür ne etliye sütlüye karışır.

Yıllardır okullara gitti, geldi, diploma sahibi oldu, sonra kıyıdan köşeden bir iş buldu. İşe girdikten sonra evden işe, işten eve… Bir yerde bir tek attığını, bir kahve köşesinde zar tuttuğunu gören olmamıştır. Kahvelere bedava gazete okumaya gelir, haber dinler. Olsa olsa gider en ıssız yerlerde balık tutar. Kimseyle konuşmadan saatlerce balığın oltadaki yeme dokunmasını beklemekten müthiş zevk alır. Zokayı tutan balığı karaya çekerken ondaki şehveti bir görmelisiniz. Bir insan bir şeyi bu kadar mı ister? Adeta tek çekişte oltayı denizden çıkarır, balığı kumların üzerine atar. Aynı şevk ve şehvetle oltaya yeni yemi takar.

İşte o anda yüzüne bir gülümseme gelir oturur. Biraz hınzırcadır ama olsun o kadar. Balıktan başkasına zarar vermemiştir ya sonuçta. Zaten o insanlara zarar veremez. İnsanlara sesini çıkaramaz ki… Yolunu kesen biri olsa, buradan geçmeyeceksin, geçersen iki bacağını da kırarım dese, biri iki etmez, oraya en uzak yollardan geçerek gider evine.

Hani balığı yakalayıp yenisi için oltasını denize atarken yüzüne hınzırca bir gülümseme geldiğini söylemiştik ya, herkes gibi Hakkı’nın da bir hınzırlığı vardır. Devletine körü körüne bağlı olan, devletini kutsallaştıran Hakkı, devlet adına kendine görevler çıkarır. Nerde bir yanlış görse hemen cebindeki defterine tüm ayrıntılarıyla not eder ve bunları en kısa zamanda sinsilikte zirve yaparak devletin âli kurumlarına bildirir. Kendine biçtiği görevi yapıp devlet kapısından dışarı adımını attığı anda o hınzırca gülümseme yüzüne gelip yerleşir. Ağzı kulaklarına varır.

Hakkı’nın yüzündeki o hınzırlığı görenlerin içinde bir titreme, bir ürperme görülür. Herkes önce kendinden korkar. Hakkı’nın devlete ispiyonlamada sınır tanımadığını herkes bilir. Evin balkonundan aşağı sofra ve halı silkeleyen annesini, sigarasını içtikten sonra izmaritini pencereden aşağı atan babasını, derste kopya çeken kardeşini ihbar etmiş bir adamdır Hakkı.

“Yasa ve devlet dendi mi babasını bile tanımaz.” sözü sanki Hakkı için söylenmiştir ve söylenmeye de devam edilecektir.

Hakkı bir akşam evine dönerken yol üstündeki markette soğanın kilosunun 40 lira olduğunu gördüğünde beynine kan sıçradı. “Memlekette neler oluyor, nedir bu rezalet!” diye çığlıklar attı. Elbette içinden canım, o sesini istese de çıkaramaz. İçinde bir fırtına koptu. Dinmesi zor bir fırtınaydı bu. Yol üstündeki kahvehanede biraz oturdu.

Bu arada haberlerde soğan stokçularından söz ediliyordu. Soğanın fiyatının artmasından bu stokçuların sorumlu olduğunu söylüyordu ülkenin başkanı. Ardından “Stokçuları ihbar etmek bir vatandaşlık görevidir. Sizler ihbar edeceksiniz, bizler onların depolarını basacağız ve fiyatları düşüreceğiz. Benim halkıma acımayana ben de acımam.” diyordu.

Görev belliydi artık, net ve tanımlıydı. Yerinden ok gibi fırlayıp kendini sokağa attı. Onun bu ani ve hızlı çıkışı kahvehanedeki bazı kişilerde soğuk titremeler oluşturdu.

Kahvehane köşelerinde durmanın anlamı kalmamıştı. Kulağına çalınan bilgilerden başlayarak soğan stoku yapılmış depoları defterine bir bir not etti. Kıyı bucak sinsi sinsi dolaştı. Kimine sorular sordu, konuşulanlara kulak kabarttı, gizli bilgiler elde etti. Hepsini değerlendirdi, eve gitti, onlardan uzun ve ayrıntılı bir rapor hazırladı. Raporu yedekledi.

Görev bitmişti ama tamamlanmamıştı. Bunların ilgili yerlere bildirilmesi gerekiyordu. Vakit gecenin bir yarısı olmuştu. Şimdi kime gidebilirdi? Karakollara gitse onlar ilgilenmezdi, eve polis çağırsa polislik bir durum yoktu. Sabahı beklemek zorundaydı ama sabahı etmek zordu. Evde döndü durdu, uyku tutmadı bir türlü, odasının ışığı sabaha kadar hiç sönmedi.

Sabah her zamankinden erken evinin kapısından çıktığı anda karşısına dikilenleri görünce şaşaladı. Sayamayacağı kadar çok adam bekliyordu kapısında. Gözleri dönmüş adamlar vardı aralarında.

İçlerinden biri hemen ileri atıldı, Hakkı’nın yakasına yapıştı.

– Çabuk ver bize dedi.

Hakkı şaşkınlığını atamamıştı. Korkmuştu da. Korkusundan altına etti edecek durumdaydı.

– Ne, neyi vereceğim, dedi titrek ve ürkek sesiyle.

Adam,

– Soğan stoku yapanları ihbar etmek için hazırladığın raporu, dedi.

Hakkı’nın yüzü kıpkırmızı oldu. İlk defa kızarıyordu yüzü. Bir şey diyemedi. Çantasındaki rapor dosyasını aldı, adama uzattı. Dosyayı alan adam, Hakkı’nın yakasını bırakmadı. Dosyayı arkadaşına uzattı, arkadaşı alıp hızla inceledi.

– Tamam, aradığımız rapor bu, dedi.

Hakkı, yakasını adamın elinden kurtardı, dağınıklığına aldırmadan kalabalığın içinden geçti, hızlı adımlarla yürüdü. Epey uzaklaştığında cebinden elini çıkardı, avucundaki kırmızı USB’ye bakarken yüzüne yine o hınzırca gülümseme gelip yerleşti. Görevini yapmak için adımlarını bir defa daha sıklaştırdı.

edebiyathaber.net (29 Mayıs 2025)

Yazının Tamamını Oku