Dünya üzerinde yaşam formlarının ilk mekânları bilindiği kadarıyla denizlerdir. Yaşam buradan yol bularak karaya ulaşmıştır. Denizde canlanan yaşam karada ilerleyerek günümüze kadar gelmiştir. Bahsedilen yaşam formlarının son halkası olan insan, karada doğup burayı kendine yuva edinmiştir. Daha sonraları mağaralar ve ağaç kovukları insanların ilk evleri olmuştur. Mağaradan başlayarak günümüzdeki muhtelif yapı biçimlerine kadar insanlar olarak biz hep bir barınma ihtiyacı içerisindeydik. Bu, sadece fiziksel bir ihtiyaç değildi aynı zamanda psikolojik olarak rahatlamanın da bir şartıydı. Kendimizi güvenli alanımızda korumaya alıp dış tehditlerden uzak kaldık bu sayede. Dolayısıyla ev denince pek çok kişinin aklına “yuva” gelmektedir. Evin bir yuva olduğu fikri ve hissiyatı kolektif bilinçaltımıza işlemiştir. Ben evin bir yuva olduğu düşüncesine kısmen katılıyorum. Tehdit altında hisseden herkes gibi ben de yapısını, sınırlarını bildiğim bir yerde kendimi güvende hissederim. Bununla birlikte ev kelimesinin sadece güvenlikle ilgili bir kavram olmasını doğru bulmuyorum. Sadece barınma ihtiyacıyla hareket edip eve üstün anlamlar yüklemeyi ilkel insanın bir düşüncesi olarak görüyorum. Bu olguyu zamanla aştığımıza inanmak istiyorum. Zira bu ilkellik hayatımıza egemen olduğu sürece hep bir iyi-kötü, iç-dış zıtlığıyla yaşayacağız. İnsanın ve insan olmanın başka anlamları olmalı.

“Beni annemden söktüklerinde oldu bu. İlk ölümümdü. Heyecandan ağlamışım.” diyor İsahag Uygar Eskiciyan. Her ne kadar insanın ilk evinin mağaralar olduğunu düşünsek de aslında yaşamımızın anne karnında başladığını çok iyi biliyoruz. İlk nefes alışımız, ilk beslenmemiz, ilk kalp atışlarımız… Gerçek dünyaya adım atan insan, anne karnı kadar sıcak ve korunaklı bir yer arayışına girmiştir. İlk evlerimizin, anne karnına benzeyen mağaralar olması bu yüzdendir belki de. Annelerimiz bizim ilk koruyucularımız. Karnındayken de doğduktan sonra da hep ondan yardım bekleriz. Benim için ev demek, anne demek. Annenin olmadığı bir yerde evden bahsedilemez. Anneye bu kadar bağlı olmak kişinin bireyselliği için ketleyici olur mu, olmaz mı ondan emin değilim ama annenin varlığından yoksun bir çocuğun zaten pek çok noktada eksik olduğunu biliyorum. Koca bir denizin ortasında yüzme bilmeden kalakalmıştır.
Sekiz yaşımdayken ev, benim için sığındığım bir limandı. On yedi yaşımda ev, akşam olunca dönülen yerdi. 34 yaşındayken eve ait hiçbir şey hissetmiyor ve evimin neresi olduğunu bilmiyorum. Sanırım bunda tam bir aile olamamanın verdiği eksiklik yatıyor. Çocukluktan yetişkinliğe kadar hep aile olmanın öneminden, güzelliğinden bahseden şeyler duyduk ya da okuduk. Bu sebeple de bizim için bir “ideal” olarak görülen aileye hep özlem duyduk. Bu şekilde yetiştirilen bireyler olarak aileye olan sadakatimiz hep denendi. O çocukluk hayalinden çıkamayan bizler, ideal ailenin eksikliğini hep hissettik.
Aile denen olgunun aslında ciddi problemleri olduğu biliniyor. Franz Kafka’nın benzetmesiyle “aile denen hayvan” aslında kişideki birçok travmanın, eksikliğin veya hastalığın kaynağı. Her ne kadar bunda aile içinde görülen muamele önemliyse de iyi veya kötü pek çok ebeveyn davranışı çocuğun ilerleyen yıllarda hayatına birebir etki ediyor. Engin Geçtan İnsan Olmak adlı kitabının “Ana-Baba ve Çocuk” bölümünde şöyle söylüyor: “Çocuğa verilen bir şey yoksa, yitirecek şeyi de yoktur. Kimi çocuk, verilmeyen sevgiyi günün birinde alabileceği umudunu yine de sürdürür, tüm gücüyle kendisini ana-babasına kabul ettirebilmek için çabalar ve kişiliğini geliştiremez.”
Ev söz konusu olduğunda bunun bir yuva, bir aile yoksa bir cehennem mi olacağına bizler yaptıklarımızla karar veriyoruz. Bununla birlikte gerçek yaşamdaki ile hayalimizdeki ev arasındaki zıtlığa artık hepimiz aşinayız. Duygusal birer varlık olarak insan her ne kadar gerçeklerle yüzleşse de ideal evi hayalinde yaşatacaktır. İster bir mağara ister bir rezidans isterse de anne karnı olsun ev deyince aklımıza gelen ilk şey sanırım bağlılıktır. Öyle ya da böyle bir şeye bağlı olmayı yani sevmeyi veya sevilmeyi diliyoruz. Yüzyıllar geçse de aşamayacağımız ve evimizin dışına çıkamayacak bir duygu bu.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Geçtan, E. (2020). İnsan Olmak, İstanbul: Metis Yayınları.
Eskiciyan, İ. U. (2020). Patates Jazzı, İstanbul: Sel Yayıncılık.
Fischer, E. (1985). Franz Kafka, İstanbul: BFS Yayınları.
edebiyathaber.net (31 Mayıs 2025)